Madrid’e kaçtık biz!

– Vize bitiyor!

– Ne yapalım?

– Madrid’e mi gitsek?

– Ok!

Madrid’e gidişimiz de böyle spontane gelişti. Hatta gittiğimiz en plansız programsız tatildi. Elif’in eski dostu İpek’i aradık; bu sefer bir dostumuza misafir olacaktık.

Sabiha Gökçen’den Madrid Barajas havalimanına uçtuk. Uçuş süresi yaklaşık dörtbuçuk saat. Madrid’e indiğimizde İstanbul’un yağmurlu havasına inat güneşli ve sıcak bir hava karşıladı. Şehir’de olacağımız için araç kiralamamıştık. O gün şans eseri orada olan eski stajyerim Beyza ve eşi Aykut ile buluşacaktık. Buluşacağımız Sol meydanına gitmek için turistler için hazırlanmış biletçiden 3 günlük bilet aldık hemen. Şehir içerisinde otobüs, metro ve diğer toplu ulaşım araçlarında geçerli turistler için bir bilet türü var. Eğer gerçekten metroya vs. çok binmem diyorsanız almayın ama bizim gibi oradan oraya gidecekseniz muhakkak alın.

Havalimanından metroya binip Sol’de indik. Yukarıda mavi yuvarlak içerisine aldığım kısım Madrid’de görülmesi gereken yerlerin olduğu, ana caddelerin ve parkların olduğu bölge.

Sol ve Opera arasında Aykut ve Beyza ile buluştuk. Sol meydanında (Puerto del Sol – Güneş Kapısı) bir kafe’de oturduk. Keyifli bir muhabbet sonrası İpek’le buluşmak için ayrıldık. Buluşma noktamız Cuatro Caminos; yani dörtyol.

Cuatro caminos bölgesi şehir merkezine yakın ama konut ağırlıklı olan bir bölge. Binaların dış kaplamaları ingiltere gibi tuğla ağırlıklı. Sokaklarında yürürken biraz ingilizvari gelse de Londra’nın o kasvetli havası olmadığı için hemen bir rahatlık geliyor.

Akşam bizi fırında balık ve şarap bekliyor. Yol yorgunluğuna Sol meydanında gezinmenin verdiği yorgunluk da eklenince yemek&muhabbet derken gözler hemen bir yatak arıyor. Malum ertesi güne enerji toplamamız lazım. Ertesi gün soluğu Opera caddesinde alıyoruz. Alışveriş mekanları ile dolu bir bölge ama hanımla bizim gözümüzü ilk Primark çekiyor.

Primark, ingilterenin uygun fiyatlı giyim markası. Yüksek lisans yaptığım zamanlarda her öğrenci gibi ben de oradan giyinirdim, hanım da oradan giyinmiş. Elimize primark’ın o çuvala benzer alışveriş şeylerini alıp giriyoruz mağazadan içeri. Onu da mı alsak, bunu da mı alsak aaa tax free varmış gibi bir süreç yaşarken günün yarısının bittiğini fark ediyoruz. Elimizde alışveriş poşetleri ile kalıyoruz. İpek bizi hemen civardaki hoş minik bir restorana götürüyor. Burada Sangria’nın çok güzel olduğunu söylediği hemen “a jug of” Sangria geliyor. Gerçekten muhteşem hazırlanmış bir sangria ile yemek öncesi atıştırmalara başlıyoruz.


İngiltere’de de en sevdiğim içecek Pimm’s idi. Benzer şekilde yapılan içecekler bunlar. Sangria’da şarap’a sprite, meyve kesitleri ve şeker ilave edilirken Pimm’s de pimm’s rom’una aynı şeyler ilave ediliyor. Bol buzlu şekilde servis ediliyor. Çok ferahlatıcı bir içecek ama içerisinde şeker ihtiva etmesinden dolayı hızlı çarpıyor.

Bu içecekler bana kışlık cardinal melon’un yazlık hali gibi geliyor; kız uçuran cinsten 🙂

Keyifli bir yemek sonrası İpek aramızdan yeni arabasını almak için ayrılıyor. Evet! İpek kendine bir araba alıyor bizim gittiğimiz zamanda. Ayağımız bereketli geldi. 🙂

Yemek sonrası Callao, Opera, Tribunal ve Sol’un caddelerinde gezmeye devam ediyoruz. Vakitler akşamüstü’yü gösterdiğinde akşam’a hazırlanmak için eve dönüyoruz. Bu aksam Madrid’in gece hayatına minik bir giriş yapacağız.

İlk durağımız İpek’in şirketten arkadaşlarının çatısı. Yaza merhaba partisi veriyorlar. Read madrid stadı manzaralı bir çatı dubleksi ama çok güzel bir manzarası var. Çatı’ya DJ getirmişler, alkoller v.s. akşamüstünden geceye hızlı başlamaya hazırız. Partinin sahibi gay bir çift. Hanımı kıskandılar doğrusu, gözlerin çok güzel filan bir laflar bir konuşmalar. “Hayırdır bilader?” diyesim gelmedi diyemem 🙂 Çok keyifli bir ortamdı ama. Şehirde kendi özel dünyanı böyle rahat yaşayabilmen gerçekten çok mutlu edici. Keyifli bir kısa akşamüstü eğlencesi olduktan sonra birşeyler yemek ve mekan değiştirmek için tekrar dışarı çıkıyoruz.

Calle de Ponzano üzerinde güney istikametine devam etmek suretiyle bar-hopping yapmaya başladık. Her köşede değişik bir bar, içerisi sohbet eden insanlar ile dolu. Lakin hem müzik çok yüksek hem de konuşmalar çok bağırtılı. Hani bildiğiniz “yıkılıyo”. Kafam götürmedi arada sırada dışarı çıkmak zorunda kaldım. Disko değil gerçekten bar ama insan sağır olabilir diye uyarı yazmalılar bence.

O akşam tanıştık Tinto de Verano ile. Sangria benzeri ama yapımı nispeten daha kolay bir ferahlatıcı içecek. Tinto de verano olsun, sangria olsun hepsinin temelinde İzmir Atatürk Lisesi yatakhanesinde ucuz olduğu için köpeköldüren şarap alıp, acı olduğu için içemeyip içine gazoz katarak “Şar-Goz” yapmamız yatıyor. O günlerde alkol alımını kolaylaştırıcı o ucuz yatakhane içeceğinin İspanya’da bu kadar güzelliştirilmiş ve çeşitlenmiş olduğunu görmek şaşırtıyor doğrusu. Yatakhane olarak doğru yoldaymışız.

Bu fotoğrafta ben yokum ama benim İzmir Atatürk Lisesinden mezun olduğun dönem arkadaşlarım var. Ş.Yatılılar diye de geçer. Şargoz ekibi 🙂

İspanya demek Paella demek ama Barselona’da paella’dan bıktığım için bu gidişimde hiç tercih etmedim. Barselona’da Harun’un paella da paella demesi sonrası masaya gelen herşeyin içinden pirinç ve midye çıkması benim için bir devrin sonu oldu. Madrid = Sangria artık

Beni Paella’dan bıktıran günün videosu. Eski bir kayıttır. O kadar paelladan sonra ıstakozlara sarmışım. Barcelona.

İlk iki günü alışverişe, yemeğe ve eğlenceye ayırdıktan sonra son gün artık tarihi birkaç yeri gezmeye vakit ayıralım istedik.

Güne retiro park yakınlarındaki Atocha istasyonundan başladık. İstasyon duruşu itibariyle Windows 95’in Plus! paketinden çıkan o tren istasyonunu anımsattı bana. İçerisinde artık bitki yetiştiriyorlar. Burası metro v.s. ulaşımın merkezi olmuş durumda. İstasyonda birkaç fotoğraf çektikten sonra Madrid’in meşhur Retiro parkına geçiyoruz.

Atocha’nın anımsattığı Windows 95 Plus ekran arkaplanı

Retiro parkının içinde hızla gezindikten sonra kristal saray’a gidiyoruz. Saray değil sera bence. Oradan da havuzunda kürek çekilebilen Alfonso helkelinin önüne geçiyorsunuz. Her yer yoğun turist bölgesi. Sultanahmet’te tuvalet sırası bekleyen turistler gibi biz de Madrid’de tuvalet sırası bekliyoruz.

Oradan öğle yemeğimizi yemek için Hard Rock cafe’ye geçiyoruz. Hoşgelsin amerikan vari dev porsiyonlar. Öğle yemeği sürecini tamamladıktan sonra Paseo de la Castellana üzerindeki bir istasyondan tekrar Opera’ya dönüyoruz. Paseo de la Castellana tam bizim bağdat caddesi. Yazlık kumaş pantalonunu ve lacoste tshirtlerini giymiş kişiler yanlarında havalı eşleri ve çocuk arabaları ile geziyorlar. Gerçekten çok elit bir görüntü. Hatta belki biraz aristokrat bile denebilir ama insana bu bölgede yaşamanın huzur vereceği hissini veriyor. Bir güven geliyor.

Metro ile Opera’ya geçtikten sonra kralın sarayının “Palacio Real de Madrid” hemen önündeki yeşil alana “Plaza de Oriente” çıkıyoruz. Elimizde fotoğraf makinemiz hemen birkaç güzel fotoğrafın peşine düşüyoruz. O bölgede sarayı, katedrali ve kralın bahçesini geziyoruz. Ukalalık etmek istemiyorum ama hiçbir yapı ne Topkapı sarayı, hem Dolmabahçe ile yarışabiliyor.

Gün biterken yorgunluk perdeyi aralamaya çalışsa da izin vermiyoruz. Bu gece kopmaya gidiyoruz! Önce İpek’in erkek arkadaşı ile buluşuyoruz. Kendisi siyahi olduğu için gece karanlıkta kayboluyor tabi. Göz kenarlarından, dişlerinden ve tırnaklaından yakalıyoruz. Hatta bir mekanda fotoğraf çekiliyoruz ve fotoğrafta gördüğünüz gibi çıkmıyor. Fotoğrafı çeken de siyahi bir arkadaş olduğu için o da “ben de çıkmıyorum geceleri” diyerek ayni dertten yakınıyor. 🙂

Son mekan olarak da Medias Puri diye bir mekana geçiyoruz. Dans şovlarının ağırlıklı olduğu bir kulüp. Gecenin ilerleyen saatlerinde gerçekten değişik şovlar ortaya çıkıyor; tahmin sizden. Fazla alkol almadan, fazla da geçe kalmadan mekandan çıkıyoruz. Ertesi gün ver elini İstanbul.

Madrid herkesin kendine göre keyfini çıkarabileceği bir yer. Gezmeden, alışveriş yapmadan, eğlenmeden ve özellikle de sangriasından, tinto de veranosundan içmeden gelmeyin.

Şimdiden keyifli seyahatler 🙂


Yazılar eğer ilginizi çekiyorsa aşağıya eposta adresinizi yazarak abone olabilirsiniz

Her yeni makale yayınlandığında size e-posta gönderilecektir.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir