İlerleyen yaş ile birlikte insanın algıları da açılmaya başlıyor. İletişimlerin ardındaki nedeni de görmeye başlıyorsunuz.
Bugünkü konum ise günümüzün evlilikleri. Özellikle erken yaşlarda yapılmış evliliklerin otuzbeşli yaşlara gelince ömrünü tüketmesi ama çiftlerin çeşitli sebeplerden ötürü kendi yollarına gidememesi.
Bu durum ile ilk karşılaştığım zamanlarda nadir bir durum olduğunu düşünüyordum. Hatta ve hatta çiftlerin “her nasılsa” bir yolunu bulup mutlu mesut o tabloya devam edeceklerini düşünürdüm. Hikayenin böyle olmadığını görmem pek fazla zamanımı almadı. Hatta konuyu biraz daha detaylı araştırdığımda pek çok arkadaşım için “aaa bu evli değilmiydi yahu?” derken buldum kendimi. Etrafımda boşanmış ne kadar çok insan vardı. Bence bu büyük bir problem.
Özellikle 20’li yaşlarda başlayıp evlilik ile taçlanan ilişkilerde; ilişkiye başlayan kişi ile otuzbeşine gelen kişi aynı olmuyor. Teknolojinin ve kapitalizmin çok hızlı dahil olduğu hayatlarımızda kişilerin kendileri olmaları (tanıma demiyorum çünkü karakterler değişiyor) en az otuz yaşına kadar sürüyor. Karakteri oturmuş kelimesi bence tam da bu iş için biçilmiş kaftan; insanlar karakterleri oturmadan evleniyorlar. İlkokulda platonik olarak başlayan ilişki biçimi kendini “çıkma” lara bırakıyor ortaokul yıllarında. Lise yılları daha şiddetli kavgalı atışmalı ilişkilerle geçiyor. Üniversitede cinsellik hayatımıza giriyor; akabinde üzülmeler yorulmalar ve bir kısmımız güvenli hissettiği limana kendini atıp ilişkisini evlilikle taçlandırana kadar vazgeçmiyor.
Sonuç? Sonuçlar genelde hüsran ve aşırı özveri içerisinde kaybolmuş hayatlar. Hatta hatta aldatmaya ve yuvayı parçalamaya kadar bile giden durumlar var. Eski zamanlarda ayrılmak pek yokmuş; problemleri olan sineye çekip evliliğe devam edermiş. Şimdi imkanlar daha fazla, boşanmak daha kolay. Rahmetli Anneannem uzun yıllar dedeme hiç durmadan söylendi ve kızdı. Alzheimer olduktan sonra ise sadece söylenir ve kızar olmuştu. Bu yıllar geçtikçe başkalaşan bireylerin dışa vurumuydu duygularını. O zamanlardaki imkanlar bireylerin yeni bir hayat kurmasına izin vermiyordu (ya da zordu). Yaklaşık 18 yaşında evlenen anneannemin bu söylemlerinin nelere istinaden olduğunu anlamak için bu yaşıma gelmem gerekiyormuş.
Bu sebepledir ki kendi evliliğimde dikkat ettiğim naçizane durum ilişkinin dinamiklerini koruyabilmek ve keşfi, heyecanı asla kaybetmemek. Türk erkeklerinde genelde evlilik sonrası bir rahatlama başlıyor; ne de olsa evliyiz artık benimdir şeklinde. Bu bence bir evlilikteki ilk tehlike sinyali. Her ne kadar kadınların dırdırından şikayet ediyor olsak da çok kısa sürede onları duymamayı öğreniyoruz. Sonra da onları hiç duymamaya başlıyoruz; ta ki eşlerimizi başkaları duyana kadar. Evliliğin, ata erkilliğin verdiği rahatlık bize hayatımızdaki ana yaslanacağımız duvarı kaybettiriyor. Bu evliliği çocukla sağlama almış olan erkekler biraz daha uzatmaları oynayabiliyor veya eşlerinin “çocukların hatrına” ondan ayrılmamasının keyfini sürüyor. O aşamadan sonra herşey dumanı tüten bir enkazın kalıntısı oluyor.
Eşinizin akşam sizinle birlikte olurken aklından başkasını düşünmesi ne kadar acı ama ne kadar gerçek bir durumdur günümüz ilişkilerinde. Şimdi bunu bilmediğim sürece sorun yok diyenler olabilir ama bu işin sonu sadakatsizliğe kadar gidiyor. Geride parçalanmış aileler ve ortada kalmış çocuklar. Hadi aileleri geçtim de en çok çocuklara yazık oluyor.
Bir erkek şunu bilmelidir ki; evlendikten sonra esas maraton başlıyor. Eşinizle olan ilişki dinamik kalmalı. Sevgili olduğunuz zamandaki gibi; yasal bir bağlaç olmadan bir tarafın rahatça gidebileceğini bilerek ilişkinize devam etmeli; heyecanı şekillendirebilmeli ve sürdürebilmelisiniz. Birbirinize uyum sağlamadığınızı anladığınız anda da eşinizle konuşup iş daha da kötüye gitmeden gereken önlemi alabilmelisiniz.
Artık aşık değilseniz, sevmiyorsanız bile aranızdaki yaşanmışlığın verdiği saygı bunu gerektirir.
Sonra çok geç olabilir.
Bir yanıt yazın