Farkındalık ve Travmalar Üzerine

Farkındalık günümüzün en büyük problemi olabilir mi?

Rakı masalarının bol olduğu bir egeli olarak her gün devletin kurtarıldığı ve büyük oyunun görüldüğü masaların çok kez parçası oldum. İlk başlarda güzel geliyordu, büyük oyunu görüp vay be diyordum. Daha sonraları ise ananemin huzurunu çok takdir etmeye başladım. Kafasına taktığı bir şey yoktu, büyük oyunla da ilgilenmiyordu. Duaları vardı bir de çekip çevirdiği evi. Acaba o da büyük oyunun farkında mı olmalıydı? Ya da günümüzde farkındalık, huzurun yeni düşmanı haline mi geliyordu?

Sürekli bir şeyi fark edemediğimiz bize çeşitli yollarla hissettiriliyordu. Sürekli esas oyunu görmeye çalışıyorduk. Görememek sanki kaybetmek demekti. Sürekli konuların altında bir şeyler arar hale gelmiştik.

Farkındalık, bir arayış olmaktan çıkıp bir zorunluluğa dönüşmeye başladıkça farkındalık arayışımız artmış, bu arayışta pazarlama ve algı sektörünün ilgisini çekmeye başlamıştı. Farkındayım demek pahasına manipüle edilmeye çok açık hale gelmiştik. Sürekli yeni bir farkındalık ‘satın alma’ arayışı içerisindeydik. Ayrıca Twitter’da da büyük oyunu görüyorduk. Milyonlarca dolarla yönetilen ana akım medyanın olmadığı yerde özgür bilgiye eriştiğimizi düşünüyorduk. Bu bir yere kadar da doğruydu.

Başlarda farkındalık, ülke ekonomisi ve siyaset gibi konularda hayatımıza girmeye başladı lakin pazarlama sektörünün bu konuya eğilmesi ile birlikte farkındalık arayışı her konuda kullanılmaya başlanılır oldu. FOMO -yani yeni bir bilgiyi, olayı kaçırma, herkesten önce keşfedememe korkusu- yavaş yavaş hayatımızı ele geçirmeye başladı. En başta telefonumuza gelen sosyal medya uyarıları olmak üzere dikkatimizi dağıtan ve odaklanmamızı engelleyen pek FOMO uyaranı normalleşti. İlişkiler, iş hayatı, kitaplar derken de konu en sonunda travmalara geldi. Biz satılacak bir farkındalık arıyorduk ve farkındalığın kendisi, psikoloji bu sefer başka bir alan için değil, kendisi için bize geliyordu.

Sosyal medyada, televizyonda, yazılı basında düzenli olarak bir travma farkındalığı sunulmaya başlandı. Ananemin de acaba çözmesi gereken bir travması var mıydı? Ya da travma olarak tanımladıklarımız gerçekten ne kadar çözülmeye ihtiyaç duyuyordu.

Travmatik olay nedir diye sorarsak ruhsal bozulukların el kitabı olan DSM-5’e göre tanımını kısaca şöyle yapabiliriz; fiziksel ya da psikolojik bütünlüğümüze bir tehdit verecek olay, bir yaralanmaya yol açacak olay veya cinsel saldırı. Bu tanım doğrultusunda düşününce sanki pek çok konu elendi gibi? Acaba ananem de DSM-5’e göre bir travmaya sahip miydi?

Lakin günümüzde çocuklukta normal olarak yaşanan pek çok olay travma sebebi gibi lanse ediliyor. Oysa birey doğası gereği hayatta karşılaştığı zorlukların üstesinden gelme üzerine programlanmıştır. Araştırmalara göre ise çocuklukta yaşanan olumsuzlukların gerçek travmalara dönüşümünün %5’in altında olduğu tespit edilmiştir. İlkel insanların 2 milyon yıllık bir geçmişe sahip olduğunu, bugün bildiğimiz modern insanın ise 200-300 bin yıldır hayatta olduğunu düşünürsek pek çok zorluğun üstesinden gelmiş ve bunları aşmak için evrimleşmiş olduğumuz gerçeğini keşfederiz.

Peki, sürekli daha fazla farkında olmak, gerçekten bize huzur mu getirdi, yoksa ananem gibi huzurla yaşama ihtimalimizi mi çaldı? Biz her şey de bir şey aramaya nasıl geldik? Varolmayan travmalarda boğulmaya, varolmayan büyük oyunu görmeye nasıl başladık? Bireyin esas mutluluğunun kendisine odaklanmasından kendisi haricindeki her şeyi odaklanmasına nasıl geldik? Gündelik hayatına odaklanan ananemden daha mı odaklıydık?

Bilgisayar güvenliği küçük açıklıklar zincirleme şekilde birleşerek daha büyük tehditler oluşturur. Böylelikle tahribat artırılır. Örnekle açıklayacak olursak; mesela bir şirkete internet üzerinden saldırıp web sitesine zarar verebilirsiniz. Ama bir şirket çalışanının bilgisayarını ele geçirirseniz o şirketin yerel ağındaki diğer tüm bilgisayarlara zarar verebilir, en gizli bilgilerini çalabilirsiniz. Saldırının bu kadar tesirli olmasını sağlayan şirketin bilgisayar ağına sığmanızı sağlayan o ilk zayıf halka bilgisayardır. Ben farkındalık ve travmaların birbiriyle böyle bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Farkındalık da benzer bir açık gibi, bireyi manipülasyona yatkın hale getirir. Bu zayıf halkadan girildiğinde, kişinin ruh sağlığı kolayca manipüle edilebilir.

Şöyle ki; farkındalığını arttırma konusunda kendini ikna etmiş birey travma farkındalığı konusuna düşebilir. Travmanın çözümü aşamasında ise manipüle edilmeye daha açıktır. Mesela çoğumuzun çocukluğunda yaşadığı bir olayı başka ve alakasız bir çözüm yolu ile birleştiren bir öğretiye bir kaç kez maruz kaldığınızı düşünün. Sizce sizi yönlendirebilir mi? Travmaları illa psikologlar mı tedavi eder? Ya sosyal medyada da tedavi önerileri veren çok takipçili birisi varsa?

Fikirlerin çok yavaş yayıldığı dönemlerden saniyeler içerisinde cebimize geldiği dönemlere, Zeki Müren’in de bizi görüp cevap verebildiği dönemlere geldik. Artık bir konunun gerçek olup olmadığı kadar gerekli olup olmadığını da sorgulamalıyız. Farkındalıkla başlayan açık her an başka bir konuya evrilme ihtimali taşıyor.

Birey, her şeyden önce kendi bireysel farkındalığını arttırmalı. Belki de farkındalık, her şeye ‘uyanmak’ değil, doğru şeylere odaklanmakla sağlanır. Ananem gibi, bazen büyük oyunu görmemek de huzurun bir parçası olabilir. Belki de arayışlarımızı sakinleştirmek, gereksiz ağırlıklardan arınmak en derin farkındalık olabilir. Her şeyde bir şey aramaktansa, her şeyde doğru anlamı aramaya odaklanmak, eğer doğru anlamı bulamıyorsak da bazen peşini bırakmak gerekir.

Doğru farkındalıklara, hiç kalmamış travmalara.

Sevgiler,


Yazılar eğer ilginizi çekiyorsa aşağıya eposta adresinizi yazarak abone olabilirsiniz

Her yeni makale yayınlandığında size e-posta gönderilecektir.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir