İyi ölüm nedir? İyi nasıl ölünür? ya da ölmek iyilikle bağdaştırılabilir mi?
Bu hafta dedemi kaybettim. Cenazenin eve getirilmesine kadar geçen süre zarfında köydeki evin fabrikaya bakan avlusunda oturup düşünme fırsatı elde ettim. İyi bir ölüm mümkün mü? Nasıl bir ölüm iyi olarak tanımlanabilir?
Anne dedemin vefatıyla beraber 3. büyüğümü kaybetmiş oldum. Geriye sadece baba dedem kaldı. Vefat eden üç büyüğüm de yoğun bakımda bizden uzakta hayata veda etti. Erişimin olmadığı, soğuk steril odalarda ne yaşadığı bilinmez bir durumda hayata gözlerini yumdular. Peki iyi bir ölüm sadece iyi yaşanmış bir hayat mıdır? Son günler sayılmaz mı?
İyileşme öncelikle zihinde başlar. Kişi iyileşmeye inanır ve ilaçlar ile desteklenir. Ben bu konuya inanıyorum. Peki sevdiklerinden izole birisi ne kadar iyi ölebilir? Ya da ölüm aşamasında sevdiklerinden izole hayata ne kadar tutunabilir? Bir avluda koltukta sessizce ölmek daha mutlu bir ölüm müdür?
Babaannemi, anneannemi ve dedemi yoğun bakımda kaybettikten sonra yoğun bakımlara olan inancımı tamamen yitirdim. Yaşlıların ölmeden önce yakınlarına acı çektirmemek adına izole edildiği bir yer hissiyatı yaratıyor artık bende. Al şunu ve acımı dindir; al şunu ve beni rahatlat şeklinde bir kaçış güzergahı gibi. Çünkü orada ne olduğunu hiç bilmediğimiz halde “iyi bakılıyor” diye bir düşünce içerisine giriyoruz. Çünkü adı “yoğun bakım”. Peki kim işine annesine ve babasına bağlı olduğu kadar bağlı olabilir? İş ile ailevi/manevi bir ilişki içerisinde olunabilir mi? Orada çalışan hemşire/doktor sizin yakınınıza ne kadar iyi bakabilir? Onların da merak ettikleri bir instagramları ve kendi aileleri var. Sabah 8’de gelmeleri akşam 5’de gitmeleri var. Onlar çalışıyorlar. Tek avantajları duygusal olmadıkları için daha radikal kararlar alabiliyorlar.
Peki sadece radikal karar alabiliyor olmaları gerçekten size iyi gelecek birşey mi? Radikal karar size iyi bir ölüm vaad edebilir mi?
Hayatını dolu dolu yaşadıysa iyi bir hayat ve iyi bir ölümdür klişesine varmak istemiyorum.
Avluda aklımda bu soruları düşünürken mekanları mekan yapan şeylerin aslında anılar olduğunu fark ediyorum. Fabrikanın avlusundaki kuyularıın içine kaç çocuk merak edip, bakıp, korkmuştur? Kaç kişi o metal kapakların altında dipsiz kuyular olduğunu bilir? Kaç kişi fabrikanın bir köşesinin eski sulu pres baskının makinalarını barındırdığını anımsar? Kaç kişi için oradaki yazıhanenin çekmecelerini kurcalamanın müthiş heyecanını bilir? Kaç kişi için o avlu kurban bayramında pürmüzle kelle ütülenen bahçe olarak yer eder? Seyahat ettiğiniz tüm eski yerleri düşünün, kaç kişi o çatı altında ağlamıştır, kaç kişi sevişmiştir, kaç esnaf batmış, kaç çocuk oynamıştır. Mekanlar, sahipleri ile anlam kazanır, sonra sahipleri yok olur ve yeni sahipleri ile bambaşka yeni anlamlar kazanmaya başlar.
O gün o evden çıkarken sadece dedemi bırakmadım geride, yılların yaşanmışlığını da, bir çok anıyı da bıraktım.
İyi bir ölüm yaşadığını düşünmüyorum dede ama iyi bir hayat yaşadığından eminim.
Elveda…
Bir yanıt yazın