Kışlanın sende kalan tüm enerjini aldığı bir haftada bir Bursa kaçamağı geldi çattı aklıma. Cumalıkızığa gider, kafamı dağıtırım dinlenirim dedim kaptım fotoğraf makinemi. Gezmekten dinlenmek pek nasip olmadı ama bu sefer Cumalıkızığı doya doya gezme fırsatı elde ettim.
Yolda bir durak… Kartaltepe Mehmetçik Anıtı.
Türkiye`nin en büyük anıtı Ankara`da açıldı. 31 metre yüksekliğindeki dev Mehmetçik Anıti Sakarya Savaşı`nı anlatan rölyeflerle süslü…
….
Anıt, Sakarya Meydan Muharebesinde şehit düşen 5713 Mehmetçik anısına yapıldı. Mehmetçik Anıtı düşmanın son geldiği noktada, Mehmetçiğin düşmana `Dur` deyişini sembolize ediyor.
Nasılda güzel yükseliyor ama… Bu fotoğrafı çekebilmek için yolumu değiştirmek zorunda kaldım; hatta o kadar dar yollardan geçtimki 🙂
Gide gide yollar bitti; Cumalıkızık’a vardım. Daha öncede gittiğimiz Maviboncuk’a yerleştik. Osmanlı evlerinin içi tarzını bozmayacak şekilde restore edilmiş ve günümüzdeki halini almış. Odamıza geçmeden önce tüm odaların açıldığı salon’a bir bakış.
Tüm odaların salona açılma sebebini çok merak etmiştim; Isınma sorunuymuş. Salon evin merkezinde olur, soba ile ısıtılır böylelikle evin diğer odalarıda homojen (eşit desem daha güzel olurdu heralde) ısıtılmış oluyor.
Odanın eşsiz bir yapısı var. Dekorasyonu gerçekten başarılı. Her ne kadar televizyon odaya uyum sağlamasa da günümüzün gereklerinden. Perdeler, zemin ve dolap uyum içinde. Oda’nın büyüsüne kapılmadan kendimi dışarıya atıyorum. Fotoğraflanacak o kadar çok yer var ki 🙂
Dışarıda bizi köyün daracık yolları karşılıyor. Yolların ortası su yolu olmuş; Uludağ’dan eriyen karların beslediği sularla şırılltı sesleri arasında köy yollarında gezinmeye başlıyorum. Caddelerin darlığına inat dağ havasının serinliği sizi ferah bir yolculuk yapmaya sürüklüyor.
Kahvaltılık satan yerlere doğru yola çıkıyoruz. Yolda dünya tatlısı bir teyze ile karşılaşıyoruz.
Bizi çeşitli suallerle çevreliyor; Cumalıkızık’a hoşgeldiğimizi söylüyor. Hoşbulduk 🙂
Sonunda meydan’a varıyoruz. Aradığımız şey “Cevizli Biber Salçası”. 3. veya 5. kişiye sorarken varmı diye arkamızdan bir bayan bağırıyor “Onlarım amacı fotoğraf çekmek, bişi alcekleri yok” diye. Şaşırıyorum doğrusu. Sanane kardeşim alla alla. O ana içimdeki tüm duygusallığı ve ortamı sarsıyor kendimi İstanbul Doğu Bank’ta hissediyorum. Sanki arkamdan birisi çıkıp CD var CD var diye fısıldıcak. Moralimi bozmamaya çalışıp devam ediyorum.
Esaslı çabalarımız sonuç veriyor ve dünya tatlısı başka bir teyze ile anlaşıyoruz. Teyze o kadar tatlıki fotoğraf çekmek için izin istiyoruz ben hacıyım olmaz diyor ama ısrarlarımıza dayanamıyor.
Ve hemen ardından beni gene sirkeci meydanına götüren bir olay oluyor; yine bi teyze bağırıyor “Hani sen fotoğraf çekilmezdin ? Hani sen hacıydın ? Nooldu ?” Ya kardeşim sanane alla alla. Dünya tatlısı teyzem pembe pembe oluyor hafif. Cevabı çok güzel ama “Ben yan döndüm kameraya bakmadım”.
İşin alışveriş kısmını tamamladıktan sonra köyün kalan yarısını (batı kanadını) gezmeye başlıyoruz. Köy dağdan aşağıya doğru 3 yol ile bölünmüş. Yollar meydanda ve köyün üst taraflarından birleşiyorlar. En doğudakinden aşağıya inmiştik; en batıdakinden yukarıya çıkıyoruz.
Devam ederken amcaya rastlıyoruz. Çok tatlı bir amca; kapısındaki kilidini açmakta zorlanıyordu, yardım ettim. Bu vesileyle muhabbet etmeye başladık. Evine ve bahçesine uzun süredir gelmediği belliydi. Oğlunun yanında kalıyormuş. Bize kınalı kar dizisinden bahsetti. Ne kadar oğlunun yanında kalsada (Bursa’da) köyünden kopamadığı belliydi.
Yolumuzun üstünde kınalı kar’ın çekildiği “restoran & cafe” geliyor. İnat değilmi bende tam karşısıdaki kafeyi tarcih ediyorum. Mekan işletmecisi ile hoş bir sohbet başlıyor; çok iyi niyetli birisi. Küçük yerlerde hep olduğu gibi ahali hakkında bizi bilgilendiriyor. Kimlerin nelere sahip olduğu; aslında ne olup olmadığı gibi. Küçük bir köy dedikodusu bizi güldürüyor. Tabii bu kadar gülecenliğin üzerinde bir fotoğraf almadan göndermiyoruz.
Gözlemelerimizin gelmesiyle masada baş başa kalıyoruz. Hemen yanımız dağın yamacını gören bir pencere. Pencere biraz küçük kalır. Bu daha büyük birşey. Dalıyorum güneşin batışını izlemeye. Çay & Güneş. Muhteşem birşey.
Yolumuza devam ediyor köyün en kuzeyine varıyoruz. Buradan odamıza inen yol tarım yapılan tarlaların arasından yeşiller içinde akıyor.
Hemen oracıkta işte köylü başka bir amcam beliriyor. Yüklemiş meyvelerini… gidiyor..
Zaman akıyor gece oluyor. Gez allah gez yorulduk. Ertesi sabaha hazırlık artık. Gerçi geçmişten tecrübe; nasıl olacağını biliyoruz işte ama gene sabırsızız. Fakat beklediğimizin aksine sabah kahvaltısı çok daha farklı geçiyor. Mesela ?
Mekanda bizi canlı müzik karşılıyor. Beklemiyordum doğrusu hahaha süper ! Canlı müziğin eşliğinde kahvaltımıza devam ediyoruz. Ah görüntünün güzelliği ise bambaşka bir olay. Buyrun bu ziyafeti sizde paylaşın 🙂
Tabakta pek birşey kalmadı çok açtım hepsini yedim 🙂 Ama şunu demeden geçemeyeceğim; ömrü hayatımda yediğim en güzel “Kaşarlı Gözleme” yi burada yedim. Mutlaka tavsiye ediyorum eğer kaşar seviyorsanız.
Her güzel şeyinde bir sonu var tabiki. Kahvaltımızı ettikten sonra mekandan çıkarken son bir kare alıyorum.
Elveda Cumalıkızık ! Elveda Mavi Boncuk 🙂
Bir yanıt yazın