Genç Bir İşadamına

Muhteşem!

Büyük bir keyifle okuduğum ama uygulamayı gözümün kesmediği ilk kitap galiba. Hani, bu kadar da olunur mu ?

İlkokula giderken bizi anadolu lisesi sınavlarına hazırlarlardı. Tam onu kazandık derken lise sınavları çıktı. Ah bak! Lise bitti derken zorlu bir üniversite mücadelesi. Heh! artık üniversitenin de güzel bir bölümü bitti gelsin paracıklar dediğin anda da hayatın saçmalığı ve zorluğu ile karşılaşıyor insan. En büyğük şokunu da elindeki diplomasına gururla bakıp ilk İK görüşmesine gittiğinde; İK için heralde o gün gördüğü 101. kişi olmanın da verdiği etkiyle hevesi kursağında eve dönüyor. Aklında sorular; belki biraz da kendini sorgular düşünceler.

Sonrası hele daha akıcı. Eninde sonunda bir işe giriliyor. Azimle çalışmaya başlanıp Harvard Business Review’in tüm yayınları okunur, innovasyon üzerine kafa patlatılır. Bu bir sarmaldır ve bu sarmalda nispeten yüksek maaşa sahip olup elde Genç Bir İşadamına - Emre Yılmazedilen şirket imkanları ile caka satmak bu sarmalın ödüllerindendir. Toplumda bunu kanıksamıştır artık; ebeveynler evlatlarının imkanları ve maaşları ile övünür. “Benim oğluma şirket aracı verdiler.”, “Benim kızım direktörlerin direktörü” gibi. Belki çok daha verimli çalışırsan genç yaşta genel müdür de olabilirsin ? Kim bilir ? Bu sarmalın içinde herkesi cezbedecek bir ödül mevcut. Herkesin istediği ve kazandığında kaybetmekten korktuğu birşey var. Bu sarmal girenin kolay kolay çıkamayacağı bir sarmal ve kanunlarda tam olarak buradakileri hep burada tutmak için yazılmıştır.

Şimdi gelelim asıl konuya; “Para”, ama para değil “Para” ne yazık ki bu şekilde kazanılmıyor. İstanbul ili hudutlarında yüksek bir gelir düzeyine sahip olmanın da ötesinde gerçek anlamında yüksek bir servet de böyle meşru yollardan yapılmıyor. Yanlış anlaşılmasın; diğer yol gayri meşru değil lakin bilinen meşruluktan çok farklı. Gri meşruluk.

Emre Yılmaz, Genç Bir İşadamına’da bu konuyu o kadar iyi anlatmış ki. Enine boyuna, başından sonuna.

Bu kitaba yazlıkta denk geldim. Tozlu raflar arasında kaybolmuş bir kitaptı; elime geçince şöyle bir kurcalayayayım dedim ama bırakamadım.

Yazar kitabı babasına atfetmiş. Neden düşündünüz mü ? Her ne kadar genç bir işadamına yönelik yazılmış olsa da yılların çatışmasına inat kitap Baba’ya yazılıyor. Biz hırslı gençler değilmiyiz ilk çatışmalarını babaları ile yaşayan ? Kendim de bu kişilerden birisi olmak üzere kaç arkadaşınız babasını eleştirmiştir ? Bir erkek çocuğunun ilk idolü babasıdır, sonra da tüm savaşlarını kendisini babasına ıspatlamak üzere verir; gerek değirmencide un öğüten yağız bir anadolu genci, gerek yurt dışında okumuş hırslı bir şerefsiz. Bir erkek ilk savaşını hep babasına karşı verir.

Kitap aforizmalar üzerine kurulu. Aslında herkesin bir nebze bildiği, aşina olduğu şeyler bunlar.

Dünyada ünlü yatırımcıların hamlelerini okurum fırsat buldukça. Buffet’in süreçlere yaklaşımı, aktivist yatırımcılar, Türk zenginleri vs. başarılı iş adamların yaklaşımlarına özellikle dikkat ederim. Hepsinin bir “Köyden geldim tek başıma işte ben!” edasında bir havaları vardır. Seversiniz onları. Türk halkı dramı sever. Hele dramdan çıkan başarıyı daha çok sever ama her başarı birilerinin başarısızlığı üzerine kuruludur. Onlar başarısız olmasaydı kimse seni başarılı nitelemezdi.

Şimdi ne zaman bir satınalma haberi veya şirket birleşmesi görsem hangi banka ve avukatlık ofisi aracılık etmiş diye bakıyorum. Acaba adamın nasıl kolunu kanadını bükmüşler de elinden almışlar/satmışlar diye düşünüyorum; hangi sinsi plan yatıyor bu tatlı drama ve başarı hikayesinin ardında. Hayat adil değil; başarı ise aslında pek o kadar etik değil.

Kitabın ilgimi çeken diğer bir tarafı ise kehanetler kısmı. Ekonomik sarmalın o kadar içindeyiz ki; ülkelerin bir hareket kabiliyeti bu kıstas ile limitli. IŞİD’in saldırıları, PYD, PKK ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi mesela kitaptaki öngörüler ile o kadar örtüşüyor ki. İnsanlara, para, imkan ve kudret verin; onları güzel bir siteye yerleştirin ve o küçücük mutlu hayatlarına tıkayın, bakın geri gideceklermi ? Gitmiyorlar. İstanbul’da bir yer edinmiş, ailesinin derdine düşmüş hiçbir kürt birey kalkıpta bir koridordan geçip bir yere savaşmaya gitmiyor. Herkes kendi derdinde; karısının derdinde, çocuğunun derdinde.

Liberalizmin ve günümüz ekonomik koşullarının de güzelliği burada. Bal tutan parmağını yalıyor geri kalanı umrunda değil. Devir güç kudret devri. Devir senin devrin. Devir kurumsal iletişimcilerin devri. Devir medya devri…. O balı tutup parmağını yalayanlar arasında da etnik bir ayrım da kalmıyor zaten; ne müslümanı, ne hristiyanı, ne türkü ne kürdü. Etnik ayrımcılık o bal tutan parmağa sahip olamayanların bir özelliği. Geri kalanlarına da bunun üzerinden prim yaparak oy toplamak, biryerlere gelmek ve daha kudretli olmak kalıyor.

Burada yazılanlar seninle örtüşe de bilir örtüşmeyede bilir ama fikir çeşitliliği açısından bu kitabı okumanızda fayda görüyorum.

Öncelikle kendini tanı; hedeflerini tanı, yapmak istediklerini tanı. Mevlana’nın ve Şems-i Tebrizi’nin izinden gidip iç huzuru da arayabilirsin; tam tersi yolda da gidip ruhunu satabilirsin.

…ama herşeyden önce kendini tanı.

Kitapta beğendiğim bazı kısımları aşağıda paylaşıyorum. Umarım keyifli bir kitap olur senin içinde.

GencBirIsadamina (6)
GencBirIsadamina (5)
GencBirIsadamina (1)
GencBirIsadamina (2)
GencBirIsadamina (4)
GencBirIsadamina (7)
GencBirIsadamina (9)
GencBirIsadamina (10)
GencBirIsadamina (11)
GencBirIsadamina (12)
GencBirIsadamina (13)
GencBirIsadamina (8)


Yazılar eğer ilginizi çekiyorsa aşağıya eposta adresinizi yazarak abone olabilirsiniz

Her yeni makale yayınlandığında size e-posta gönderilecektir.


Yorumlar

“Genç Bir İşadamına” için bir yanıt

  1. Emre yilmaz avatarı
    Emre yilmaz

    Super bir yorum.. yeni edisyonu gecen sene cikti,,, eklemeler var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir