Bilimsel boyutuna indiğinizde koku duyusunun henüz çözülemediğini biliyor muydunuz?
Işığı ele alalım. Işığın bir frekans aralığı vardır. Kızılötesinden mor ötesine uzanan bir spektrumda lineer bir şekilde hareket eder. Renk körlüğü olan kişiler haricinde herkes aynı rengi aynı şekilde görür. Işığın spektrumu 380nm (altı mor ötesi) ile 750nm (üzeri kızıl ötesi) arasındadır.
Peki ya ses? İnsan kulağı 20Hz-20kHz arasını duyabilir. Konuşma ise 250Hz ile 4kHz arasındadır. Ne kadar net rakamlar konuşuyoruz değil mi?
Peki ya koku?
Bilim dünyasında koku hakkında henüz tam bir fikir birliği yok. Koku reseptörlerinin çalışma mekanizmaları hâlâ araştırılıyor. Kokunun kaynağı olarak genelde havadaki molekül büyüklüğü, polaritesi, türü gibi tanımlamalar ortaya çıkar. Peki herkes aynı kokuyu aynı mı yorumlar?
Hayatta kendimi şanslı hissettiğim diğer bir konu ise kokular konusunda çok hassas olmam. Her zaman her parfümü tanımlayamam ama en hafif kokuları bile çok kolay yakalayabilirim.
Kendimde keşfetmeye başladığım konulardan birisi de kokuları farklı zamanlarda farklı aldığım. Bazı insanlarda aldığım kokuları onlarla vakit geçirdiğimde alamamam veya bazı başka kokularda bazı başka insanların kokularını ölçümlemem. Bu düşüncemi burnumuzdaki reseptörlerin hassas olduğu kokuya maruz kaldıklarında hızla yorulmalarına -veya impulsların sinir sistemi tarafından baskılanmasına- yoruyorum.
Mesela parfüm almaya çalıştığınızı düşünün, 3-4 parfüm sonrasında burun yorulur ve tekrar koku almak için kahve koklamak zorunda kalırsınız. Neden kahve koklarız? Neden güne güzel bir kahve ile başlarız?
Diyelim sabah parfüm sıkıp çıktınız, gün içerisinde siz parfüm kokusu almasanız da parfümüzün kokusu etrafınızı etkilemeye devam eder. Biz kendi kokumuzu neden alamaz hale geliriz?
İstanbul’dan Ankara’ya gidenler Dilovasında kötü bir koku alır. Peki Dilovasında çalışanlar bu kokuyu alır mı? Eskiden İzmir’in girişinde Altınyol çok kötü kokardı. Peki zamanında Bayraklı’da yaşayanlar bu kokuyu alır mıydı?
Koku tüm duyularımız içerisinde beyinde en yüksek önceliğe sahip duyu türü. Beynimiz de bize zarar verebilecek bir ortamın kokusunu algılayabilmek için ona sürekli aynı impulsı gönderen diğer sinirleri bir süre sonrasında bastırmak zorunda kalıyor. Bu da burnumuzda yorulma dediğimiz etkiyi ortaya çıkarıyor.
Koku bence ses-ışık gibi tek boyutlu bir spektrum değil, çok boyutlu bir matris gibi. O sebeple bir kısmının devre dışı kalması diğer kısımların elde ettiği sonuçları da manipüle edebilecek düzeyde.
Bu durum da koku yanılsamalarına yol açıyor. Olmadık bir yerde sevdiğinizden bir koku almak, eski bir kokuyu hatırlamak gibi durumlar ortaya çıkabiliyor.
Ben özellikle bir kişi ile düzenli vakit geçirdiğimde öncelikle onun hayatıma girişinde ondan aldığım kokuyu kaybediyorum. Daha sonra çevremdeki diğer kokularda ondan parçalar bulmaya başlıyorum çünkü ondan aldığım kokudan yorulan reseptörler tekrar kısmen aktif hale geldiklerinde kısmi olarak onun kokusundan parçaları dışarıdan yakalıyorlar.
Koku filmi bu sebeple çok farklı bir noktaya dokunuyor olabilir. İnsan ruhunu motive eden pek çok ses ve ışığa gerek hayatta, gerek gece klüplerinde veya çeşitli görsel şölenlerde rastlıyoruz ama koku henüz bilinmezliğini koruyor. Her ne kadar çok çeşitli bir parfüm dünyası içerisinde olsak da bence koku konusunda daha yolun başındayız.
Bir yanıt yazın