Enerji yatırımı; küçük veya büyük bir enerji yatırımıdır. Asıl amaç kar etmektir. Enerji yatırımlarının EPDK tarafından tahsis edilen lisanslar vasıtasıyla yapıldığı ülkemizde lisanssız elektrik üretimi küçük ölçekte enerji yatırımcısının önünü açmayı hedeflemiştir.
Peki bu iki yatırım modeli arasında gerçekte ne farklar vardır ? Riskleri nelerdir ?
Lisanssız modelin ilk yanlış anlaşıldığı nokta sürecin “daha kolay” olacağıdır. Lisanslı bir yatırımda gerekli tüm izin süreçleri lisanssız bir süreçde de geçerlidir.
Şöyle ki; her ne kadar “Çed Kapsamdışı” alsanız dahi çevre şehircilik’e başvurmak durumundasınız. 20 dönüm altı araziler için bu evrak ücretsiz bir şekilde verilirken ve yaklaşık 1 haftalık bir süreç varken 200 dönüm’e kadar olan arazilerde “Proje Tanıtım Dosyası” hazırlamak durumundasınız. Burada yaklaşık 4.000TL ilgili bir ÇED firmasına, yaklaşık 15.000TL’de devlete vergi olarak ödeniyor. Süreç 2 hafta, verilen evrak aynı. Lakin 200 dönüm üzerindeki araziler için “ÇED” onayı gerekiyor. Bu da yaklaşık 6 aylık bir süreç demek. Lisanslı da olsanız, lisanssız da olsanız bu sürece katılmak zorundasınız. İlk halinde ÇED gerekliliği için 10MW olan proje üst limiti yeni yapılanma ile 200 dönüme çekilerek yaklaşık olarak 20MW kapasiteye yükselmiştir.
Diğer bir süreç ise arazinin tarımsal açıdan uygun olup olmaması. İl tarım müdürlükleri bu konu hakkında oldukça hassaslar ama yardımcı olmaya çalışıyorlar. Bir il tarım müdürlüğü ile verdiğim savaşta üste çıkmak için teknik talimatnameyi okudum. Gerçek anlamda “Marjina kuru tarım arazisi” tarımı neredeyse sarp kayalık demek. 3. ve 4. sınıf araziler aslında marjinal kuru tarım arazisi demek değil lakin tarım reformu genel müdürlüğü aslında bu müsamağa gösteriyor yoksa gerçekten kullanılamaz arazilere izin verilirdi. GES yatırımı yapılacak arazinin her ne kadar tarım arazisi olmaması istenilse de sadece marjinallik aranmamalı. Arazinin dönüm başı geliri belirli seviyenin altında olan araziler bu alana tahsis edilebilmeli. Sadece tarım yapılabildiği için yılda sadece 1 kere arpa buğday yetişen araziler de kullanıma açılabilmeli. Bu araziler dönümünde yılda yaklaşık 400TL kazanıyorken aynı yere kurulan GES yılda yaklaşık 30.000TL’lik katma değer yaratabilmekte.
Buraya kadar süreç aynı. Lakin lisanslı yatırımın “Kamu Yararı Kararı” aldırma yetkisi var. Yani halkın arazilerini kamulaştırarak kullanabilir ama güneş gibi devasa arazi kullanan yatırımlar için bu pek uygun değil zira itirazlar, mahkemeler ve diğer süreçler ile asıl amaç baltalanabilir. Pratikte lisanslı GES yatırımcısının kamu arazilerine yöneldiğini görüyoruz. Lisanssız yatırımcılar ise benzer bir süreç kullanarak kamu arazilerini 30 yıllığına kiralayabiliyor. Yasal zeminde burada bir fark oluştuysa da pratik uygulamalarda bir fark yaratmadığını görüyoruz. Lisanslıya güç veren kamulaştırma gücünün uygulama alanı itibariyle bir güç teşkil etmediğini görüyoruz.
Bu sürece ek olarak, TEDAŞÂ proje kabullerinde istenilen evraklar iki yatırım türü için de benzer. Belediye imarı gibi uygulamalar iki sistem için de zorunlu. Çatı kurulumlarında imardan daha çetrefilli olan proje tadilatı yapılması gerekebiliyor. Burada haksızlık olarak gördüğüm kısım, binaların üstüne tonlarca kaynar su barındıran güneşten sıcak su elde etme sistemlerinin herhangi bir onay mekanizmasına tabi olmadan kurulabilmeleri ama güneş yatırımlarının devasa bir onay sürecine girmeleri. Burada da süreç ihtiyacının %20-%30’una denk gelen yatırımların Tedaş onay sürecine sokulmadan direk şebekeye bağlanması şeklinde gelişecektir. Burada şöyle bir ikilem mevcuttur; sistem onay almayacağı için Tedaş tarafından talep edilen birçok koruma kullanılmayacaktır ve “Loss of main” koruması adını verdiğimiz koruma devreye girmediğinde hat üzerinde çalışma yapan bir kişi elektrikle çarpılma riskine maruz kalacaktır. Burada en kolayı süreci otomatize edip örnek bir proje ortaya koymaktır. Burada “GES Bağlantı Panosu” adını verdiğimiz 10-20kW güçlere kadar standart bir pano satın alınarak bağlantı yapılmasına izin verdirilebilinir. Yoksa burada can kayıpları yaşanacağını ve bu problemin merkezinin bir yönetmelik ve esas hazırlamayan Tedaş olacağını düşünüyorum. Uygulanabilirliği marjinal olan bir proje sürecinin varlığı, insanların hayati tehlike yaşamasının önüne ne yazık ki geçemez.
Lisanslı ile lisanssızın arasında elektriğin ticaret yeteneklerinden önceki en önemli farkı bağlantı noktası. Lisanslı elektrik üretiminde yasal olarak iletim barasına bağlanabilirken lisanssız üretimde dağıtım barasına bağlanmak durumundasınız. Bu da lisanslıdan farklı olarak kendi 34,5/154 trafo yatırımınızı yapamamanıza ve iletimden bağlanamamanıza yol açacaktır. Her üretim ve tüketim noktasında sayaçların olması ve tamamen dijitalleştirilmiş ve borsaya dönüştürülmüş elektrik ticareti altyapısı aslında teknik olarak istediğiniz yerden bağlanmanıza ve ticaret yapmanıza izin veriyor ama burada engel teşkil eden yasal yönetmelik. Tabi burada yine yönetmelik hatalı diye düşünmek söz konusu değil çünkü lisanssız yönetmelik ilk tasarlandığında kendi elektriği üretmek isteyen yatırımcıların çatılarına ve bahçelerine yatırım yapmaları için tasarlandı; firmaların sayaç sahibi olmak adına depo kiraladıkları ve arazi alıp yatırım yaptıkları model için değil.
Süreç açısından bakacak olursak lisanssız yatırım küçük işletmeler için düşünülmüş ama lisanslı yatırımlar ile aynı kulvarda işlem görmektedir. İki süreç arasında satış serbestisi (katı payı ödemek suretiyle) ve kamu yararı hakkı dışında aslında pek bir fark yoktur. Sadece yönetilmesi gereken 10 yıl sonra Yekdem dışında kalındığında ne olacağı riskidir ama bu konuda da yatırımcıyı yolda bırakacaklarını düşünmüyorum. Talebin hızla arttığı bir ülkede hangi hükümet enerji santrallerinin önünü keser ki ? Üstelik yenilenebilir enerji.
Günümüz lisanssız başvuruları sebebiyle neredeyse tüm trafo merkezlerindeki kapasiteler dolmuştur. Lisanslı yatırım yapacak firmalardan ya varolan iletim şalt sahalarına trafo yatırımı yapmaları ya da kendi şalt sahalarını inşa etmeleri istenecektir. Bu durumun daha önce 300.000$ – 400.000$ aralığında hesapladığım katkı payını daha aşağıya çekeceğini düşünüyorum.
Konuyu şöyle özetleyerek baktığımızda lisanslı yatırımın satış serbestisi edinmek amacıyla vereceği katkı payı karşısında lisans alması ve ilgili alanları kamulaştırma gücü dışında lisanssızdan bir farkı yoktur üstelik her sene açıklanması varsayılan kapasiteler ile sınırlıdır. Burada verilen katkı payına istinaden elde edilen hak 133$/MWh teşvik veren devlet yerine 65$-85$ arasında seyreden bir piyasayada da satış yapabilmektir. Lisanssız üretim tesislerinin de 10 yıl sonra Yekdem dışına çıkması durumunda yeni bir yönetmelikle lisanslılarla aynı haklara haiz olmak koşuluyla piyasaya piyasa fiyatlarından satış yapacağını düşünüyorum. Böylelikle 10 yıl sonra lisanssız ile lisanslı arasındaki tek fark ilk yatırım maliyeti farkı, kamu yararı ve Trafo merkezi yapıp yapamama yetkisi kalacaktır.
Ortaya çıkan tabloda kolay entegrasyonu teşvik etmesi amacıyla ortaya çıkan lisanssız sürecin kolaylıktan uzaklaştığı ve lisanlı yatırım ile aynı zorluklara ulaştığı, büyük yatırımcıyı teşvik eden lisanslı yatırımın da teşvik ve katkı payı modeli sebebiyle cazibesini yitirdiğidir. Yönetmelikler bu şekilde devam ettiği sürece lisanslı süreçte yatırımcının ve halkın faydasına bir yatırım beklemek pek doğru olmaz, lisanssız yatırım da yakın vadede şirketlerin nakit döngüsü için oldukça verimli hale gelecektir.
 Şimdi siz söyleyin; lisanslı yatırım “lisans” sahibi olmanın avantajlarına gerçekten değer mi yoksa sığ bir havuza balıklama mı atlıyoruz ?
Bir yanıt yazın