Beklentilerle dolu bir gündü gene, İstanbul’da Tunçmatik’te koltuğumda gerinip bilgisayarın monitörüne boş boş bakarken. Okulu bitirmiş, dertleri geçmiş bir işe girmiştim ama beklentiler hala dinmemişti. Ya askerliği erteleyecek ve akabinde yüzük takarak mutlu mesut aile babası rolünde hayatıma devam edecektim yada biraz daha zaman kazanmak için askere gidecektim. Milliyetçi tarafım ağır bastı, askere gideceğim dedim, hemen başvurdum. Askerlik şubesi de bekliyormuş beni; hemen kaydımı yaptırdım, bir dilekçe verdim.” Ne oluyor ” dememe kalmadan 1 Aralık’tan itibaren askersin dediler, 3’ünde sınav, 12’sinde teslim. “Bu yola kendin girdin şimdi sonunu getir” dedim içimden; nitekim diyecek başka bir şeyde yoktu.
Polatlı Topçu ve Füze Okulu Girişi
Sınav zamanı geldi, tüm sorulara olabildiğince doğru yanıt verdim. Hatta bazı soruların hatalı olduğunu buldum, itiraz ettim ama ÖSYM yoktu karşımda. Bildiğin gibi yap dediler. Sonradan ortaya çıktı zaten sınavın “sözde” olduğu ve aslında hiçbir anlam içermediği. “Kısa Dönem” istiyorum “Komando Olmam” diye işaretledim kağıda. Komando olmadım ama kısa dönemde olmadım. 10 Aralık’mı neydi açıkladı sonuçlar, Polatlı Topçu ve Füze Okulu. Tabi bizim buradan meslek kurası çıkmadığı için kimse bilmiyor meslek kurası ne demek diye. Bende bilmeden gittim, topları batıda atacak halimiz yok ya, hayırlı olsun dedim.
Selam vermeyi öğrendiğim günler. Nizami selam vermek için ne kadar kasılırdık…
Aralık ayı soğukları iyice bastırıyordu, 4 yıldır Ankara’da olmanın verdiği bilgiyle havanın Polatlı’da nasıl soğuk olabileceğini kestiriyordum. 1 gün öncesinden Gülde geldi bize, ertesi gün kapıdan uğurlandım. Arabaya bindik ve bu uzun, garip ve yorucu yolculuğun ilk adımını attım. Sinirli miyim, isteksiz miyim ne haldeyim bende anlamadım. Araç içinde bolca atıştım Güldeyle ve ailemle. Eskişehir’e vardık. Gece orada konaklayıp yarın teslim olacaktım Polatlıya. Sonradan fark ettim, yıllar yılı yatılı okumanın bana verdiği ruhsuzluk ve üstesinden gelme gücüyle birşey hissetmiyordum. Askerlik veya başka birşey; her yeni gün bir diğerinin aynısıydı.
Soğuk havada kışlada asker olmanın heyecanını yaşarken. Çocuk gibi 🙂
Büyük gün elbet gelecekti, nitekim geldide. Eskişehir’den sonra 150km daha gidilerek Polatlıya varılmış, topçu okulunun önüne araba park edilmişti. Simla’da katıldı bize. İçeriye giriş yaptık, 10-15 dakika daha oyalanalım derken bizi topladılar. Giderken hafif tombul yanaklarım vardı şimdi olmayan. Böyle masum bişey. Sırtımda soğuktan koruyan kalın ama eski bir pardösü, etrafımda tanımadığım bir sürü insan. Yavaş yavaş ilerlemeye başladık. Aileme döndüm son bir kez el salladım; artık yolculuk başlamıştı. Tayyip Erdoğan o zamanlarda “Askerlik yan gelip yatma yeri değil” diye bir söylem de bulunmuştu; merak ediyordum acaba ne yapacağımızı. Bir binaya girdik, böyle 3 tane masa var üzerlerinde 1. Bölük, 2.Bölük ve 3. Bölük yazıyordu. 1 ve 2. bölük masalarının önünde kimse yokken 3. bölükte o kadar uzun bir sıra vardı ki. Adımın yanına baktım, benim içinde 3. bölük yazıyordu, söylendim kendi kendime… Keşke 1 veya 2. bölük olsaydım diye;  ki iyiki de olmamışım. Onlar 75 gün eğitim gören gerçek topçu asteğmenler. Bizim 3. bölük ise meslek kurası asteğmenler; yani 14 gün acemilik sonra da kıtaya teslim.
325. Uzun Dönem Meslek Kurası Asteğmen Aday Öğrencileri
Genelde benden yaşça üstün kişiler vardı bizim acemi bölüğünde. Neredeyse hepsi master veya yüksek yapmış kişilerden oluşuyordu. Meslek kurası alanında başarılı kişilerin gene alanlarına uygun yerlerde ordunun ihtiyacına göre çalıştırılması için alınıyordu. Askerlerle ve eğitimle değil, subaylarla uğraşacaktık. Yatakhaneme girdim yerleştim. Arkadaşlarımla tanışmaya başladım; kimisi avukat, kimisi hoca, kimisi mühendis. Öyle garip gelmedi yatakhane ortamı, yıllardır yatılı olmanın verdiği güçle rahat rahat uzandım yatağıma. Uzun yolculuğun ilk gecesinde 15 gün kalacağım bir mekanda konaklıyordum sadece. Tek fark rahat uyuyamamdı. Parmak izi kaydı vermek için gece 4’te uyandırıldım. Sivil hayatta böyle şeyler yok heralde ?
Manga komutanlığı yaptığım için Ütğm. Erkan Çoşkun’un bana verdiği başarı belgesi
Ertesi gün koridorda giderken öyle böyle saçma sapan bir yerlere, bir üsteğmen çevirdi. 23 kişi daha var benle birlikte 24 oldu. Siz dedi artık manga komutanlarısınız. İkinci günümde piyango vurmuş manga komutanı olmuştum. Askerliğimizin 3. günü EDOK Komutanı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu geleceği için bizi gece 3’e kadar ayakta bekletip sağa sön sola dön emir al komutlarını gösterdiler. Yatağa uzandığımda belim o kadar şiddetli ağrıyordu ki yorgunluk ve ağrıdan uyuyamadım. Nitekim gün gelmiş Erdal Ceylanoğlu içtima alanına çıkmış yanımdaki eğitim yapan mangaya gelmişti. Herkes şaşkın. Bizden herkes aptal aptal bakınıyor, muvazzaf subaylar tir tir titriyordu. Komutan emir verdi, “Yat” dedi. Bize sadece selam alıp verme ve “Emredin Komutanım” demek gösterilmişti, kimse yatı bilmiyordu. Koca manga sırt üstü yere yattı. Erdal Ceylanoğlu’da şaşırmıştı, bizim üsteğmen de aptala dönmüştü. Tekrar “kalk” dedi. Manga toparlandı kalktı, tekrar “yat” dedi. Herkes gene sırt üstü yattı camış gibi uzandı yere. Orgeneral gülümsedi, diyecek birşey yoktu, herkesin 3. günüydü ve tek bildiğimiz selam vermekti.
İşte orada gördüm emir komutanın ve baskının, topluluk psikolojisinin insanları nasıl çocukluğuna götürebileceğini. Yaşları 30 – 40 fark etmeden herkesin çocuk gibi pazarlık yapıp çocuk gibi sevinebileceğini. İlkokuldayken “Öğretmeniiiim” sesleri yükselirdi sınıflarda koridorlarda, Lise yıllarına geçtikçe “Hocaaam” olmaya başladı bu sesler. Çocuklar gibiydik çünkü çocuk olduğumuzu okuduğumuzu düşünüyorduk. Yapacaklarımız ve elde edeceklerimizi belliydi hayattan. Üniversite yıllarında olgunlaşmaya başladık okulun ve ailelerin baskısı üzerimizden kalkınca ama gene beyfendi gibi hareket diyorduk, hitaplar, davranışlar. Asker ise bu olgunlaşmanın koptuğu yerdi. Hitap “Komutanım” olmuştu, “mutlak itaat” esastı. Bu baskı ve yoğunluk altında insanlar gene çocuk olmaya başlıyorlardı. Sana “hayır” diyemeyecekleri için pazarlık yapıyorlardı. Bizde üsteğmenimiz le böyle pazarlıklara tutuşmuştuk. Bu olay ben teğmen olunca kıt’ada da kısa dönemler tarafından tekerrür etti. Askerliğin küçük faydalarından birisi daha, insan psikolojisini daha iyi tanımak, irdelemek.
İstanbul’un fethinde kullanılan Şahi Topu
Devamındaki günlerimiz soğuyan hava dolayısı ile içeride geçmişti. Zaten 1 gün daha dışarıda eğitim yaptık (yat-kalkları öğrendik), sonra 1 günde atışa gittik. Geri kalanı kapalı alanda Yarbay’lar veya Albay’lardan IKK gibi temel prensipleri öğrenmekti. Projeksiyondan çeşitli sunumlar geçti, yorgunluk dolayısıyla biz uyukladık, uyandırıldık. Biz uyuklarken arkamızda lahmacun fırını vardı. Lahmacunun o kokusunu asla unutamam, açlık yorgunluk ve koku beni sürüklüyordu. Durmadan yiesim vardı. Oraya ilk geldiğim gün sanki tüm askerliğimi orada öyle yapacakmışım gibi geliyordu ama sonra bir şekilde bu durağın geçici olduğu hatırlatılıyordu. Polatlıda topçu müzesini gezdik, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinde kullandığı Doğan SLX’i 2Km uzağa fırlatabilen “Şahi” topunu gördük. Böyle muazzam bir top daha önce hiç görmemiştim. Sonra zaman geçti, kura günü geldi. Jandarma Elektrik Mühendisi kurasına 3 kişi tabiydi. 2 Ankara 1 Şırnak vardı kurada. 1. çeken Ankara çekmişti, ben ikinciydim %50 ihtimalle çekecektim. Torbacıya Şırnak’ı bırakıp Ankara Jandarma İstihkam İnşaat Grup Komutanlığı emrine atandım. “Artık Ankaradayım, rahatım” diyordum ama kim bilebilirdi işlerin hiç bir zaman öyle olmayacağını.
Çektiğimiz kura yerlerini haritada gösterirken
31 Aralık günü salıverdiler bizi. Yollar karlı ve buzlu olduğu için beni almaya gelmeyin dedim. O kadar yükle birlikte 2 hafta sonra ilk defa kışla dışına adım attım. Â Yılbaşına otobüste girdim, bronşit olmuşum bu arada. Sabah eve döndüğümde bitkin bir haldeydim, Kıt’a ya katılana kadar 15 günüm vardı, iyi bir dinlenme fena olmayacaktı.
Ben, Eric Cartman (Yiğit Atabey) ve Fatih artık gidiş hazırlıkları yapılırken. Yiğit’le kıt’a da da birlikte olacaktık.
Bu uzun ve değişik yolculuğun girişini yapmıştım anca… Sadece 14 günü bitirebilmiştim… kim bilir önümde daha neler bekliyordu beni… Yazının devamında görücez…
Yazımın ikinci kısmına buradan erişebilirsiniz. Şifresi “istihkam”
Bir yanıt yazın