Orta gelir darboğazı, özelleştirmeler ve proleter öncelikli yaklaşım

İzmir’de 1999 yılında liseye hazırlık olsun diye Ege Sistem dershanesine gidiyorum. Dershanenin karşısında sosisli karışık bir tost yaparlardı; yaklaşık 3,5TL civarında oldukça lezzetli bol etli bir sandviçti. Hayır kumru değil. Arada sırada (paramız da olduğunda) McDonalds’a giderdik. O zaman basit bir menüsü 7-8 liraydı ki yanına şu güzel milk shakelerden de aldığınızda pek tabi 10 lira ödeyebilirdiniz. O zaman McDonalds’a gitmek bir ayrıcalıktı.

Bu ayrıcalığı ilerleyen yıllarda İzmir’de ve İstanbul’da yabancı isimlerle kurulmuş çeşitli yeni nesil cafe’ler izledi; Midpoint, Kitchenette, Cafe Cadde, Biyer. İlk zamanlarında bir ete bu kadar para verilirmi diyen zihniyet şimdi o fiyatlara eve internetten yemek siparişi veriyor. İnsanların satın alım gücü yükseldi; buna binaen insanlara satılabilecek şeyler de arttı. Artık vitrinler daha cazip, internette herşey daha kolay alınıyor. Artık “tüketmek” çok kolay.

Keyif arttı, eğlence arttı, lüks arttı. Kimse farkında olmadan azalan tek şey “tasarruflar”. Tasarruf derken kast ettiğim insanların daha az para harcama, birşeyleri biriktirme isteği ya da bu sürece teşvik.

Uluslararası piyasalarda paranın bolluğu, ülkeye sıcak para akışı, özelleştirmeler ve yatırımı hareketlendirmek için düşük tutulan faiz oranları insanları daha da harcamaya itti. “Dolmuş şöförü” diye sınıflandırılan alt gelir grubuna ait bir kesimin piyasadaki en pahalı cep telefonu olan iPhone’u taksitle ödeyerek alarak kendini üst gelir grubuna ait hissettiği bir kesim ortaya çıktı. Hükümet bu aşırı artan tüketim ekonomisi durumunu kredi kartı limitlerini maaşa oranlayarak, elektronikte taksit özelliğini kaldırarak başa çıkmaya uğraşıyor; diğer yandan da özelleştirmeler ile uzun yıllar yapılan tasarruflarla kurulan kuruluşları nakde dönüştürerek bu darboğazı geçici olarak aşıyor.

Şimdi bir yanda herşeyi kredi kartına 10 taksit ile alan kesim ile Türkiye’nin çeşitli yerinde devletin özelleştirilmiş bir fabrikasının ne alakası olabilir ? Çok alakası var aslında.savings

Özel şirketler, özelleştirilen şirketler “Hissedar Öncelikli” yaklaşım ile yönetilirler. Bu kavram “Shareholder Value Maximization”, General Electric’in eski CEO’su Jack Welch tarafından ortaya atılmış bir kavram. Temelde şuna dayanır; bir şirkete çalışan herkes büyük bir bencillikle en büyük gelir için çalışırsa o şirketten maksimum kazanç elde edilir. Bu yaklaşımın başlangıcı karlılık hızlı bir şekilde arttırılamayacağı için giderleri kısmaktır; mesela personel sayısının azaltılması gibi. Dolayısıyla hissedarların ve şirket gelirinden pay elde eden üst düzey yöneticilerin gelirlerini maksimize etmek için ilk yaptıkları şey giderleri kısmaktır ve bir şirket nakit ürettiği sürece karlıdır. Bunun aksi olan görüş ise “Proleter Öncelikli” yaklaşımdır. Kavramsal adı “Stakeholder Value Maximization”dur. Şöyleki; bir hissedar o şirkette çalışması durumunda bir proleter olabilir ama şirkette bir çalışan, hisse sahibi olmadığı durumda hissedar olamaz proleter kalır. Borsa’da o şirketin hisse hareketleri üzerinden kar elde eden kişi de sadece hissedar olarak kalır. En altta çalışan işçiler, ustalar için o şirketin batması ve maaşları ödeyemez duruma gelmesi çok ciddi bir risk iken hissedar sadece bir tuşa basarak ufak bir zararla o şirketin hisselerini satabilir.

Bu  hissedar öncelikli yaklaşım aslında şirket, şirketin iştirakleri ve şirketin emekçileri, proleterleri için ölümcüldür. Bunu sadece işten çıkarma olarak düşünmeyin.

Borsalar ve şirketler ile ilgilenmeden önce bir yöneticime sormuştum bu yatırımcı bilgilendirme konferansında nelere dikkat edersem şirketin hissesinin yükseleceğini anlayabilirim diye; bana kısaca “nakit üretip üretmediğine bak” demişti. İnternetten sabah alıp akşam satabildiğiniz bir hisse senedi için, bir yatırım için sizi tek ilgilendiren o şirketin nakit üretip üretmediğidir. Şirketin aslında ne kadar “değer” ürettiği kimsenin umrunda değildir. Bu durumun aksine hareket ettiğini gördüğüm tek yatırımcı ise Berkshire Hathaway’in CEO’su Warren Buffett’tir. En büyük öğüdü ise 10-K formlarının sadece konsolide finansal tablolarını okumayın, diğer kısımlarını da okuyundur.

Şimdi konuyu toparlamadan önce Atatürk’ün bir sözünü hatırlayalım.

“Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arda kalmış bir gerçek vardır. Türk tarihi incelenirse, gerileme ve çöküntü nedenlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlik, mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz. – Atatürk”

Orta gelir darboğazı dediğimiz olay da tam olarak budur. Gelirin ülkedeki reformlardan ve yatırımlardan bağımsız olarak artması, ülke varlıklarının nakde çevrilmesi sonucunda elde edilen gelirin yapısal reform düzenlemelerinde, uzun vadeli yatırımlarda veya tasarruf teşviklerinden kullanılması yerine ülkenin tüketiminde kullanması bizim tam da dar boğazın içine yerleştirir. Türkiye’de 1985 – 2003 yılları arasında (18 yılda) 8,2 milyar dolarlık özelleştirme gerçekleştirilmiştir. 2003 – 2014 yıllarında ise (11 Yılda) 53 milyar dolarlık özelleştirme yapılmıştır. Bu refah geçicidir.

Özelleşen kurumları belirli bir bedel karşılığında alan kuruluşlar (yerli veya yabancı), şirketlerin değerlerini maksimize etmek yerine yatırdıkları paranın geri dönüşünü maksimize etmeyi tercih edecekler. Bizler bunu şirketlerin efektif çalışması olarak göreceğiz ama uzun vadede insan kaynağına ve şirketin mal varlığına yatırım yapılmayarak şirketin aslında ülke için ihtiyacı olan değeri üretmesinin önüne geçilecek. Bu özelleştirmelerden ve ucuz dış borçlanmalardan elde edilen gelir ülkede geçiçi bir başarılı ekonomi havası yaratacak lakin uzun vadede ve kur bazlı hareketlerde ülkeyi zor duruma sokacaktır. Burada birinci dünya savaşı sonrası dış borçlarını para basarak ödeyeceğini düşünen Almanya’nın paradan 12 sıfır atmasına kadar giden hiper enflasyon sürecinden bahsetmeyeceğim bile. Meraklılar  buradan açsın okusun.

20120331_WOC698Tasarruf esastır. Bir ülkenin kalkınmasında oynadığı rol büyüktür. Ekonomik olarak iyi durumda olmanız futursuzca para harcayabileceğiniz anlamına gelmez. Orta gelir darboğazından çıkmak için başlıca gereksinim tasarrufların arttırılarak iç finansman ile yatırımların finanse edilmesi ve imalat sanayii’nin geliştirilmesidir. Bir ülke ekonomisi her ne kadar hizmet sektöründen katma değer elde etmeye de yönelse imalat sanayi olmadan hizmet sektöründe çeşitlilik sağlayamaz (bkz. Güney Kore).

Tasarruf edin. Tasarrufu teşvik edin. Nakit üreten değil, katma değer yaratan işlere yatırım yapın. İnsan ömrü uzun, nakit üreten firmaların ömrü sizin kadar uzun olmayabilir. Geçen zamanın farkında olun. Unutmayın! Zararın neresinden dönerseniz kardır.


Yazılar eğer ilginizi çekiyorsa aşağıya eposta adresinizi yazarak abone olabilirsiniz

Her yeni makale yayınlandığında size e-posta gönderilecektir.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir